03 Mayıs 2024 - Cuma

Şu anda buradasınız: / MODERN - SEKÜLER SINIRLARI AŞMAK
MODERN - SEKÜLER SINIRLARI AŞMAK

MODERN - SEKÜLER SINIRLARI AŞMAK ATASOY MÜFTÜOĞLU

Yerel dünyalar, hayatlar, tarzlar, küresel bağlantısallıklar yoluyla dönüşüyor;  gündelik hayatlarımız, ilgile­rimiz, ilişki biçimlerimiz çok uzaklardaki güçlerin yönlendi­rici etkilerine maruz kalıyor. İslam toplumları modern zaman­lar boyunca tek yönlü ve kontrol dışı yabancılaştırıcı etki­lere açık kaldı. Bu yabancılaşma sebebiyle modern zamanlara kadar tarihi belirleyen Müslümanlar, şimdilerde tarih tarafından belirleniyor. Yerel ve özgün kültürler, hayat tarzları marjinalleşiyor, tarihten dışlanıyor, bir folklor konusu haline geli­yor. Modern-seküler dil, yorum iradesini ve tekelini elinde tu­tuyor. İslami ilgilerimiz ve tekrarlarımız hep söylem düzeyinde kalıyor, gerçek dünyaya yansımıyor. Gerçeklikle uyuşmayan bek­lentiler içerisine giriyoruz. Toplumlarımız/halklarımız radikal gerilimler içerisinde yaşıyor. Dini hayatımız bütünüyle avamileşiyor. Neoliberal dünya görüşü bütün değerleri göreceli hale getiriyor. Temel değerlerin göreceli hale gelmesi nedeniyle, ilahi iradenin müdahalesinden bağımsız hayatlar yaşıyoruz. Hesaplanabilir, sayılabilir, nicelleştirilebilir; niteliklere ve sahiciliğe ihtiyaç duymayan bir kültür yoluyla duygusuzlaştırılıyoruz, tekdüzeliğe kapatılıyoruz. Din’i ilgilerimiz, büyülü, sihirli, gizemli, mistik bir eğilime dönüşüyor. Efsanevileştirilen cemaat liderlerinin çok özel güçlere sahip olduğuna inanılabiliyor. Olağanüstü özelliklere sahip olduğuna inanılan cemaat liderleri ile müritleri arasında gizemli-mistik ilişki­ler kuruluyor. Cemaat liderleri insan olmaktan çıkarılarak, mi­tolojik bir kült haline getiriliyor.

 

 

            Aziz İslam; dünya ile tarih ile siyaset ile ilgi­si olmayan, uygulamaya konulması mümkün olmayan bir ütopyaya dönüştürülüyor. İslami cemaatler, tarihten kaçarak mistisizme sığmıyor. İslami ilkeleri, içerikleri somutlaştıramıyor, bir gerçekliğe dönüştüremiyoruz. Sahip olduğumuz fikir ve düşüncelerimizle bugünün dünyasına nüfuz edemiyoruz. Müslümanlar olarak tarihi inşa edemediğimiz için, tarih ithal ediyoruz. Toplumlarımız, sömürgecilik öncesinde asla var olmayan kar­şıtlıklara, düşmanlıklara sürükleniyor. Emperyalizm bugün mezhep çatışmalarını kışkırtarak, toplumlarımızı yeniden parçalamaya, zayıflatmaya çalışıyor. Özellikle Ortadoğu'da halen ya­şanan karşıtlıklar, rekabetler, düşmanlıklar, İngiliz-Fransız sömürgeciliğinin, Amerikan emperyalizminin ürünüdür. Avrupa­lılar “Yahudi” sorununu Ortadoğu'ya ihraç ederek bu sorundan kurtulmuşlardır. Emperyalist alçaklıklar, büyük kültürlerin, medeniyetlerin, bilgeliklerin beşiği olan Ortadoğu'yu bir kez daha büyük bir enkaz yığınına dönüştürme girişimlerini sürdürüyor.

 

 

            Modern-seküler-sömürgeci dünya, Müslüman halkların insanlıklarını tanımıyor. Ortadoğu'da Arap milliyetçilikleri tek bir siyasal toplum olmayı başaramadı. Arap milliyetçiliği ideolojisini Hıristiyan Araplar başlattılar. Bu milliyetçilikler yoluyla Arap halklarının Osmanlı yönetimine yabancılaştırılmaları amaçlandı. Arap-İslam toplumları uzun süren si­yasal hareketsizlik ve durgunluk döneminden, Batılılarla yap­tıkları işbirliği sonucu çıktılar. Arap ayaklanmaları, bugün olduğu gibi, geçmişte de, Batı'dan öğrendikleri kavram ve kurumlarla, bu kavram ve kurumlar adına gerçekleşti. Arap toplumları, Osmanlı İmparatorluğuna karşı sürdürdükleri ayaklan­malar boyunca sürekli olarak İngilizler tarafından manipüle edildiler, kışkırtıldılar, yanlış yönlendirildiler, aldatıl­dılar, ihanetlerle karşılaştılar. Osmanlı yönetiminden bağım­sızlaşmak için İngiltere ve Fransa ile yardımlaşan Arap un­surlar, daha sonra bu ülkeler tarafından sömürgeleştirildiler. Günümüzde yanlış bir biçimde “devrim” olarak tanımlanan Arap ayaklanmaları, diktatörlere karşı yükselen bir öfkenin somutlaşmasıydı. Bu ayaklanmalar bir fikir üretmiyor, bir siyaset üretmiyor, bir proje/vizyon/program/içerik üretmiyor. İslami cemaatler, partiler, İslam Devleti taleplerinden, İslami taleplerinden vazgeçiyor, sivil toplum, ya da seküler demokratik toplum modelleri üzerinde çalışıyor. İslami cemaatler/parti ler, Türkiye örneğinde de takip edilebileceği üzere modern seküler-liberal model adına, İslami iddialarıyla ilgili ola­rak açık ve ağır tavizler veriyor, açık ve ağır uzlaşmalar sergiliyor. Taviz ve uzlaşı uygulamaları; İslami anlamda ni­hai bir tercih yapmadığımızı, yapamayacağımızı, köklü bir bağlanma içerisinde bulunmadığımızı, İslami tercihlerimiz etrafında risk almak gibi, bir bedel ödemek gibi cesaret isteyen bir duruşa sahip olmadığımızı gösteriyor.

 

 

            Tarih ile gerçek anlamda yüzleşmek ve hesaplaşmak için radikal bir dava bilinci ve ahlâkı gerekir. Statükola­rın sınırları içerisinde kalarak düşünmek/üretmek, düşünmek ve üretmek değildir. Düşünce hayatımızda yapısal bir değişim mi gerçekleştirmedikçe yeni bir başlangıç yapamayız. Modern, seküler sınırları/ufukları aşmayı başaramadığımız takdirde İslami bağımsızlıktan söz edemeyiz. Başkalarını ikna etmeye çalıştığımız amaçlarımız konusunda, önce kendimizi nihai anlamda ikna etmeliyiz. Anlatacak bir hikâyemiz olmalı, hep savunmada kalamayız. İslami umutlarımızla gerçeklik arasın­da çok büyük çelişkiler var. Umutları çoğaltmak için yalan söylemekten vazgeçmeliyiz. İslami inançlarımız bizlerden her gün yeni bir şeyler öğrenmemizi, öğretmemizi, yeni bir şey üretmemizi, yeni bir etkinlik alanı açmamızı istiyor. Yapı­sal muhafazakârlıklara kapandığımız takdirde bunları gerçekleştiremeyiz. Her hangi bir mücadeleyi zihinsel anlamda kaybettiğimizde, her şeyi kaybetmiş oluruz.

 

            Günümüzde Müslümanların, İslam toplumlarının kuru bir bilince ihtiyaçları var. Tarihin bütünüyle yıkıcı hale geldiği bir dönemde, Din'in yerine ikame edilen modern-seküler ideolojilerle hesaplaşamamak, Müslümanların iradesiz bir teslimiyetçilik içerisinde bulunduklarını gösterir. Paslanmış ve ucuz düşünceler içeren, resmi ideolojik doğrular, düzmece ideolojik yorumlar, sömürgeci aklın toplumlarımıza dayattığı çerçeveler, zihinsel bir köleleşmeye yol açıyor. Biz, Müslümanları doğrudan ilgilendiren olaylar/gelişmelerle ilgili olarak Batılı medyanın palavralarından oluşan yorumları tüketebiliyoruz. Emperyalistlerin çıkarlarını sürdürebilmek için yerel aracılar bulmakta zorlanmadıklarını kaydetmek gerekiyor. Sömürgeciler, özellikle Ortadoğu'da ken­dilerine meydan okuyabilecek her hangi bir güce asla tahammül edemiyor. Sömürgeciler çıkar uğruna her türlü kötülüğü, vah­şeti, cinayeti işleyebiliyor. Her tür sömürgecilik bir sapık­lık biçimi olarak somutlaşıyor. Sömürgeci girişimler/politika­lar seküler-modern-liberal klişelerle meşrulaştırılıyor.

 

           

 

            Bir umut ufku açabilmek için her şeyden önce zihin­sel köleleşmeye son vermek gerekir.

 

 

            Tehlikeli iyimserlikler toplumlarımızı gerçekler­den uzaklaştırıyor.

 

 

            Bugün aziz İslam Ümmeti; üzerimize bir sorumluluk olarak yüklenen Ümmet mücadelesini yürütmediği için, geçmişin anılarına yaslanıyor, bunlarla övünmeye devam ediyor. İslam toplumlarının karşı karşıya bulunduğu ağır koşullar, bizleri maalesef acımasız bir gerçekçiliğe mecbur ediyor. Etrafımızda gelişen olaylarla ilgili olarak isabetli teşhislerde buluna­madığımız takdirde, bugüne ve geleceğe ait bir bilinç oluşturmalıyız. Irkçı sömürgeciler, dünyanın kendilerine ait olduğu­nu düşünüyor ve İslam toplumlarını sürekli olarak kültürel/ siyasal/askeri anlamda taciz ediyor, şiddet yoluyla el koyma, politik tahakküm devam ediyor. Küreselleşme ulus-aşırı hegemonik bir yapılanma biçiminde ilerliyor. Sosyal medya aracılı­ğıyla iletişim, dünya ölçeğinde büyüyor ve dönüştürücü etkiler oluşturuyor. Hemen her konuda dünya ölçeğinde anında yazışmak mümkün olabiliyor. Online ve sanal hayatlar yaşıyoruz. Böyle bir zamanda Müslümanlar olarak şimdiki zamanın dili ve tanığı olabilmeliyiz. Sömürgeci akıl, kâr sağlayabilmek için her tür kirliliğe ve ahlaksızlığa yol bulabiliyor. Modern zamanlarda putlaştırılan maddi ilerleme, hiç bir şekilde insani/ahlaki bir içeriğe sahip olmadı. Teknolojik başarılar insanlıktan çıkmak, pahasına gerçekleştirildi. Ni­hilist bir özgürlük yaklaşımı iğrenç hayat tarzları oluşturdu. Çok sefil yozlaşma, sapkınlık biçimleri bugün medya aracılı­ğıyla kendisine yeni alanlar açıyor. Modern-seküler-liberal kültür; para-toplumsal/ekonomik başarı cinsellik dışında hiç bir şeye ilgi duymuyor. Para ve şöhret kültürü genç kuşakları cezbediyor. Medyada sergilenen gösteriler yoluyla kitleler liberal-seküler kültüre kazandırılarak etkisizleştiriliyor. Toplumlarımız aklın ve vicdanın sınırlarını aşan kötülük­lere sürükleniyor, sömürgeci sistemin neden olduğu felaketleri bir kez daha yaşıyor. Akıl almaz akılsızlıklarla kuşatılmış bir dünyada yaşıyoruz. Modern-sekuler iktidarlar; mitolojileri, bi­limi, sanatı, felsefeyi araçsallaştırarak bir ideolojiye dönüş­türüyor, bunlara dokunulmazlık kazandırıyor. Din'den boşaltılan kamusal-siyasal alan tahakküm üreten ideolojiler tarafından iş­gal ediliyor.

 

 

            Modern zamanlar boyunca,  bizler, Müslümanlar olarak
egemen kültürün dayattığı çerçeveler içerisine hapsedildik.
Paradigmalar savaşını, her hangi bir çatışmaya girmeden kaybet
tik, modern seküler iradeye teslim olduk. Bizler, bugün kaybe
denlerin dilini kullanıyoruz. Kaybedenlerin psikolojisi içeri
sindeyiz. Kaybedenler, kendi inançlarını, düşüncelerini, paradig
malarını, modellerini özgürleştiremiyor. Kaybedenler, günümüzde
yaşandığı üzere ancak taviz vererek, itaat ederek, sistemin içe
risinde kalarak, kendilerine yönelik her saldırıyı ve galiple
rin faşizan dayatmalarını “hoşgörerek” galiplerin belirlediği
yol ve yöntemleri kabul ederek varlıklarını sürdürebiliyor. Bu
durumun içselleştirilmiş bir sömürgeleşme durumu olduğunu bilmek
gerekir. Uygarlık ölçütlerinin Avrupamerkezcilik tarafından

standartlaştırılmış olması nedeniyle, kaybedenler bu standartla
rın ötesine geçmeyi düşünmüyor, yeni standartlar oluşturmaya
çalışmıyor. Farklı bir toplumsal ve siyasal sisteme sahip ol
duğu için         İran'a karşı küresel bir Soğuk Savaş uygulanı
yor. İran sürekli olarak bir Sıcak Savaş tehdidi ile baskılanı
yor. Modern-seküler ırkçılık, rakip bir sisteme imkân tanımayan
korkunç bir diktatörlük sergiliyor. İçerisinde yaşadığımız
dönemde, aynen
19
ncu yüzyıl sonunda olduğu gibi Ortadoğu'da her
ülke, emperyalist güçlerin yayılmacı, sömürgeci, ırkçı, ihtiras
larının, kapitalist açgözlülüklerin hedefi haline gelmiştir.
19
ncu yüzyıl sonundaki nüfuz savaşları ve egemenlik mücadelele
ri bugün aynen devam etmektedir. Eski sömürgecilik dönemlerinde
İslam toplumları katliam/vahşet/savaş/sömürü aracılığıyla "uy-
garlaştırılmaya" çalışılıyordu. Bugün, yeni sömürgecilik döne-
minde, savaşlar, iç savaş kışkırtıcılığı, işgaller ve sömürü
Batı "demokrasileri" adına sürdürülüyor.

 

 

İslam toplumları olarak, modern zamanlar boyunca karşı karşıya bulunduğumuz ve çözümleyemediğimiz için biriktirdiğimiz sorunları, isabetli bir biçimde teşhis ve teşrih edemediğimiz takdirde, bu sorunlarla ilgili bir çözüm tarzı oluşturamayız. Toplumlarımız kendi gerçekliklerinin bilincine varamadıkları için, temelsiz iyimserliklere sığınma ihtiyacı duyuyor. Aziz İslam'ı, eksiksiz bir bütünlük içerisinde, bütün boyutlarıyla talep etmekten korktuğumuz için, istemediğimiz pek çok şey bizlere dayatılabiliyor, farklı bir modelin, İslami bir modelin mümkün olabileceğini kanıtlayabilecek bir bilince, birikime, cesarete, harekete, içeriğe sahip olmadığımız için, İslam’ın bir devlet dini değil, devletin kendisi olduğunu savunamıyoruz. Bizlerin, Müslümanlar olarak zihinsel/kültürel/siyasal sömürge olduğumuzu ifade edebileceğimiz özgür bir dile ihtiyacımız var. Seküler dünya görüşü ile İslami dünya görüşü arasında hiç bir gerekçeyle uzlaştırılması mümkün olmayan ebedi bir farklılık olduğunu hatırlamalıyız. Sekülerizm, zihinsel, felsefi içeriği olan bir kavram değil, inançsızlığı esas alan bir hayat tarzıdır.

 

 

Bütün umutları bir araya getirmek için, biz Müslümanlar tavizsiz hayatlar yaşamak, tavizsiz düşünceler fikirler üretmek zorundayız. İdeolojik ve ırksal mitolojilerin, sömürüye dayalı, tahakküme dayalı modern kurgular olduğunu unutmamalıyız, İdeolojik mitolojiler gerçeği temsil etmezler, ideolojiler yalnızca maske işlevi görürler. Statükocu, tavizci, uzlaşmacı, teslimiyetçi bir zihinle, kültürle bir özgürlük mücadelesi verilemeyeceği gibi, özgürlük sözcüğünden bile söz edilemez.    Gerçek ya da hayali kimi korkuların baskısı altında bulunan zihinler her tür köleliğe hazır durumdadır. Günümüzde yalnızca İslami direniş hareketleri özgürlük mücadelelerinin hakkını veriyor. Çünkü ancak özgür özneler direniş kararı verebilir. Kendilerini zamanda donduran muhafazakar/sağcı/ hoşgörücü cemaatler yenilenme ve dönüşüm bilincine açık değiller. Bu nedenle yeni bir bilinç ortaya çıkmadıkça, yeni bir umut da ortaya çıkmayacak. Kendilerini zamanda donduran cemaatler aynının aynısı günler/yıllar/zihinler biriktiriyor.

 

 

                     Aziz İslam, her koşulda ulaşılması mümkün olan hedefler koyar. İslam’ın ilk yüzyılında Atlantik'ten Çin'e uzanan bir imparatorluk kuran Müslümanlar, İslami hedefleri bir bütünlük içerisinde gerçekleştirdiler. Bu imparatorlukları kuran Müslümanlar tavizsiz bir hayatın, tavizsiz bir iman’ın temsilcisiydiler. İslam İmparatorluklarının yöneticileri, yönettikleri halkları İslama her hangi bir zorlamaya başvurmaksızın kazandırdılar. İmparatorluk kurulurken, İslama kazandırılan halkları kuşatan kapsayıcı bir kültür ve hikmet iklimi oluşturuldu. Avrupa'da Rönesans bu kültürün katkılarıyla gerçekleşti. Bu kültürün belirleyici özelliği insani nitelikler, değerler, bil­gelikler, adalet ve merhamet içeriyor olmasıdır. İslam ve iman birliğinin adı olan Ümmet, kabile ve milli bağlılıkları aşmak suretiyle gerçek oldu.

 

 

            Çıkarcı hesaplar yaparak, neoliberal dünya görüşü ve hayat tarzı doğrultusunda ittifaklar kurarak, hiç bir biçim­de risk almaksızın, muhalefet ve sorgulama üretmeksizin hiç bir mücadele yürütülemez, hiç bir mücadeleden sonuç alınamaz.

 

 

            Kötüler arasında en az kötüyü seçmek gibi, en az kötüyü “hoş­görü” söylemiyle aklamak gibi utanç verici, aşağılık bir yöntem düşünülemez. Günümüzde ahlaki bir korkaklık içerisinde bulun­dukları için, kendilerini zalimlerle/sömürgecilerle/küresel faşistlerle özdeşleştiren cemaatler/akımlar olduğunu biliyoruz. Bu durum İslam Ümmeti'nin içerisinde bulunduğu hal-i pür-melâli gösterir. Kendi hayat tarzlarımızı, düşünce tarzlarımızı özgürleştiremediğimiz için, hayat ve düşünce tarzları ithal etmeye devam edebiliyoruz. Libya ve Suriye örneklerinde yaşadığımız üzere Ortadoğu ülkeleri, büyük güçlerin stratejik çıkarlarının, stratejik karşıtlıkların, güç mücadelelerinin ve oyunlarının savaş alanı haline gelmiştir. Suriye'de, Baas rejiminin zulüm ve katliamları ne kadar gerçekse, “Özgür Suriye Ordusu”nun ve “Suriye Ulusal Konseyi”nin emperyal/sömürgeci güçlerle işbirli­ği halinde oldukları da bir o kadar gerçektir. Bugünün dünyası­nı emperyal güçler arasındaki ilişkiler şekillendiriyor. Müslü­manlar olarak kolektif bir bilinç felci yaşadığımız için, resmi doğruların, yerel diktatörler karşısında küresel dikta­törlerin yanında yer alabiliyoruz. Zihinsel ölüm süreçlerine maruz kaldığımız için gerçeği konuşmuyoruz. Aziz İslam’ın zama­na uyumlu hale getirilmesi konusundaki emperyal girişimler etrafında sesimizi yükseltmiyoruz. Ortak Ümmet bilincini, ortak varoluş bilincini yozlaştıran, değersizleştiren, milliyetçilik­ler, mezhepçilikler, hizipçiliklerle gereği gibi hesaplaşamıyoruz.

 

logo
Bugünün ihyasından yarının inşaasına
Bize Ulaşın

0(216) 612 78 22

0(216) 611 04 64

vuslat@vuslatdergisi.com

Ihlamurkuyu Mah. Alemdağ Cad.
Adalet Sok. No:11 P.K 34772
Ümraniye / İstanbul